Bu Blogda Ara

24 Kasım 2016 Perşembe

2 Haziran 2016 Perşembe

Karışık Seçilmiş Sözler

''Aşk kutsaldır;
 Kirli gönüllerde yuva yapmaz!...

- Hz.Yusuf

''Çaresizlik Allah'tan gelen en güzel işarettir. Duanın vaktinin geldiğini gösterir.

- Hz. Mevlana

''Birini gerçekten sevmek onun mutluluğuyla mutlu olmak demektir.

- Kuzey Güney

“Sen yine de bana nasılsın diye sor. Kötüysem iyi olurum.”

- Kelebek Etkisi

'''Benim istedigimi Allah istemiyorsa konu kapanmıştır..''

- Necip Fazıl Kısakürek

"Kıskanmayan erkekten hayır gelmez."

- Hz. Ali

''Namaz Kılan Yaşlıyı Severim, Ama Namaz Kılan Gence Aşığım.

- Hz. Ömer

"Öyle bir sınavdayız ki,
-Kitap açıp bakmak serbest. (Kuran-ı Kerim)"

- Yunus Özyavuz

''Öğrendik ki, İki şey asla terketmezmiş insanı:
Biri yanındaki ana, diğeri kalbindeki yara.

- Ataol Behramoğlu

- Bir insana zorla sevdiremezsin kendini,
Bana güven diyemezsin.
O bunu hissetmiyorsa,
Tek bir söz söyleyebilirsin:
-"Sen Bilirsin!"

- Can Yücel

''Sonra gülüşün geldi aklıma ve içimden dedim ki;
Yine gelsen yine severim seni..

- Cemal Süreya

''Seni bir yerden çıkarıyorum ama..' dedi.
Kalbinden'dir.. dedim.

-Aslıhan Gündoğdu

''Ben, benim için ağlayan birini hayatta bırakmazdım.

İlhan Berk

''Ağlamak; Merhamettendir.

- Hz. Muhammed (s.a.v)

'Evde ekmek olmazdı komşuya giderdim çocuk köfte istiyor biraz bayat ekmek varsa alabilirmiyim diye, halbuki evde yiyeceğimiz bi lokma ekmeğimiz olmazdı.''

-Adile Naşit

Bizimkisi bir aşk hikayesi değildi, bizimkisi aşktı gerisi hikayeydi.

- Can Yücel

''Anladım ki aşk; Her iki tarafı da mağdur eden, Yürekte izinsiz gösteri yapan mutluluk karşıtı bir eylem.

-Can Yücel

Sana "Seni Seviyorum" dediğim kadar,
Anneme "Peki Annecim" deseydim hazırdı cennetteki yerim..

- Cemal Süreya

Hayattaki en büyük pişmanlık, pişman olurum diye yapmadıklarımızdır.

- Lev Tolstoy

Bir yıldız gibi kayarım hayatından, yapabileceğin tek şey; dilek tutmak olur.

-Bob Marley

‘‘İstediğin kadar bağır, çağır.
Susan birini yenemezsin.’’

-Icarus

Hayat çoğu zaman böyledir; "sevdiğin başka, sevenin başka!"

- Feridun Düzağaç

İyilik yapmaya devam et..
Karşındaki o iyiliğe layık olmasa bile, sen o iyiliğe layıksın .

- Che Guevara

Görünce mutlu olduğunuz insanlar vardır, Allah onların sayısını artırsın..

- İbrahim Tenekeci

Her gün aklımdan geçiyorsun, İnsan bir selam verir.

- Aşık Veysel

“Beni kaybetmekten korkacak biriyle tanışmak istiyorum.”

- Elif Şafak

Hayatta iki şeye güveniyorum. Biri aynaya baktığımda gördüğüme, diğeri yukarı baktığımda göremediğime.."..

- Sagopa Kajmer

" Unutmayin!.. Yaktiginiz Can Kadar Caniniz Yanacak ve Üzdügünüz Kadar Üzüleceksiniz.."

- Hz. Muhammed ( S.A.V )

Merhamet Etmeyene Allah Merhamet Etmez.

- Hadis-i Şerif

Bazıları Seviyorum der, çünkü ezberlemiştir.
Kimileri diyemez, çünkü gerçekten sevmiştir.

- Can Yücel

Dua etme arzusu gelince dua edin.
Çünkü bu,duanın kabul olacağına alamettir.

- Hz. Muhammed (s.a.v)

Sevdiğini belli et ;Gizlemek başkalarına fırsat vermektir...

-Necip Fazıl Kısakürek

"Gülüşlerim; acılarımı örtmeye çalışan ağır işçilerdir!"

- Charlie Chaplin

Yemek koyulurken, "bu kadar yeter" dedikten sonra mutlaka bir kaşık daha yemek koyan kişiye 'anne' denir.
Ve o her şeye değerdir.

- Oğuz Atay


Savaşı zenginler çıkarır, yoksullar ölür…

- Jean Paul Sartre

-Kolayca akmaz bilirsin bir erkeğin gözyaşları;
Ama eğer erkek ağlıyorsa, asla sahte olmaz gözyaşları...

- Aziz Nesin

Biz Doğduğumuzdan Beri Yoksulduk.
Varlığı Görmedik ki Yoksulluktan Şikayet Edelim.

-Neşet Ertaş


Rüyalar Güzeldir Ta ki Uyanana Kadar , İnsanlar da Güzeldir Ta ki Tanıyana Kadar...

-Emircan Zorlu

Hayatta her şey olabilirsin; Fakat mühim olan hayatın içinde "İNSAN" olabilmektir.

-Şems-i Tebrizi

Yoksul Çiftçi

İskoçya'da yoksul mu yoksul bir çiftçi yaşardı. Fleming 'idi adı. Günlerden bir gün tarlada çalışırken bir çığlık duydu. Hemen sesin geldiği yere koştu. Bir de baktı ki beline kadar bataklığa batmış bir çocuk, kurtulmak için çırpınıp duruyor. Çocukcağız bir yandan da avazı çıktığı kadar bağırıyordu. Çiftçi çocuğu bataklıktan çıkardı ve acılı bir ölümden kurtardı. Ertesi gün Fleming'in evinin önüne gelen gösterişli arabadan şık giyimli bir aristokrat indi. Çiftçinin kurtardığı çocuğun babası olarak tanıttı kendini. 

''Oğlumu kurtardınız, size bunun karşılığını vermek istiyorum'' dedi. 

Yoksul ve onurlu Fleming ; ''Kabul edemem!'' diyerek ödülü geri çevirdi.

Tam bu sırada kapıdan çiftçinin küçük oğlu göründü.

''Bu senin oğlun mu?'' diye sordu aristokrat. 

Çiftçi gururla ''Evet!'' dedi. 

Aristokrat devam etti ; ''Gel seninle bir anlaşma yapalım. Oğlunu bana ver iyi bir eğitim almasını sağlayayım. Eğer karakteri babasına benziyorsa ilerde gurur duyacağın bir kişi olur.'' 

Bu konuşmalar sonunda Fleming'in oğlu aristokratın desteğinde eğitim gördü. Aradan yıllar geçti. Çiftçi Fleming'in oğlu Londra'daki St. Mary's Hospital Tıp Fakültesi'nden mezun oldu ve tüm dünyaya adını penisilini bulan Sir Alexander Fleming olarak duyurdu. Bir süre sonra aristokratın oğlu zatürreye yakalandı. 

Onu ne mi kurtardı? Penisilin! 

Aristokratın adi : Lord Randolp Churchill'idi...

Oğlunun adı ise : Sir Winston Churchill. 

Kurtaran doktor : Çiftçinin oğlu Sir Alexander Fleming. 



Paraya gereksiniminiz yokmuş gibi çalışın. 

Hiç acı çekmemiş gibi sevin. 

Hiçbir şey beklemeden verin. 

Karşılığını mutlaka bir gün alırsınız...

MARANGOZ


Yaşlı bir marangozun emeklilik çağı gelmişti. İşveren müteahhidine, çalıştığı konut yapım işinden ayrılmak ve eşi, büyüyen ailesi ile birlikte daha özgür bir yasam sürmek tasarısından söz etti. Çekle aldığı ücretini elbette özleyecekti. Emekli olmak ihtiyacındaydı, ne var ki. Müteahhit iyi isçisinin ayrılmasına üzüldü. Ve ondan, kendine bir iyilik olarak, son bir ev daha yapmasını rica etti. Marangoz kabul etti ve işe girişti, ne var ki gönlünün yaptığı işte olmadığını görmek pek kolaydı. Baştan savma bir isçilik yaptı ve kalitesiz malzeme kullandı. Kendini adamış olduğu mesleğine böyle son vermek ne talihsizlikti!..
İşini bitirdiğinde, işveren, evi gözden geçirmek için geldi. Dış kapının anahtarını marangoza uzattı.
- "Bu ev senin" dedi,
- "sana benden hediye."
Marangoz şoka girdi. Ne kadar utanmıştı! Keşke yaptığı evin kendi evi olduğunu bilseydi! O zaman onu böyle yapar mıydı!

Neden Evlenmedin ?

Vaktiyle, görkemli bir malikanede yasayan, yasli, çok zengin bir adam varmis. Malikane, gözalici güzellikte güllerin yetistigi bir bahçenin içinde yer aliyormus.

Bu yasli zenginin evine, her hafta belli bir gün, orta yasli, tatli dilli bir bohçaci kadin gelir ve yepyeni birbirinden güzel, pahali kumaslarini önce adama sonra çalisanlarina sunarmis...

Bir gün yine Malikane'ye gelmis kadin yeni kumaslariyla, bekleme salonuna almislar onu...

Yasli, zengin ev sahibi biraz gecikince sikilmis kadin ve duvarlarda asili fotograflari incelemeye koyulmus.

Adam gelince "Beyim"demis, "gençlik fotograflariniza bakarken düsündüm de, çok ama çok yakisikliymissin. Mal mülk para desen, malum. Eee pek iyi de bir adamsin tanidigim kadariyla, o zaman niye hiç evlenip aile kurmadin be beyim?"

Adam gülümsemis ve "madem garibine gitti, anlatayim" demis. "Ama önce gül bahçesine çik ve bahçemin en güzel ama en güzel gülünü getir,"demis. "Ama kapiya giderken seç, eve geri dönerken degil!"

Kadin sasirarak "peki" demis ve çikmis bahçeye...

O büyüleyici güllerin arasinda ilerlerken bir türlü karar veremiyormus. "Su güzel, bu güzel, yok yok belki ileride daha güzeli vardir" diye... Fakat bir bakmis ki bahçe kapisina gelmis ve duvar dibinde gölgede kalmis bir kaç çelimsiz gülden baska gül yok?!

Ne yapsin dönerken seçemeyecegi için ve o güller de güzel olmadigi için eli bos dönmüs.

Adam "Hani en güzel gül?" diye sorunca anlatmis durumu...

Yasli zengin demis ki:

"Anladin mi simdi benim tüm hayatim boyunca niye evlenemedigimi? Doyumsuz olmasaydin eger daha güzeli, daha iyisi, bunun rengi, bunun dikeni diye... Ve sarilsaydin dört elle sevdigini, begendigini hissettigin o güzelim güllerden birine, ellerin bombos olmazdi benim gibi yolun sonuna geldiginde...

Güzellik ve Çirkinlik

Bir gün Güzellik ve çirkinlik bir deniz kıyısında karşılarştılar.Ve dediler, "Haydi, denize girelim." Ve giysilerini çıkartıp sularda yüzdüler.Ve bir süre sonra, Çirkinlik kıyıya dönüp Güzelliğin giysilerine büründü ve yoluna gitti.. Ve Güzellikte denizden çıktı; ve kendi giysilerini bulamadı; ama çıplak olmak utandırıyordu onu; çaresiz Çirkinliğin giysilerine büründü.Ve yoluna devam etti güzellik.. O gün bugündür erkekler ve kadınlar onları birbirlerine karıştırır. Ancak içlerinden Güzelliğin yüzünü önceden görmüş kimileri vardır ki, giysilerine bakmaksızın tanırlar onu. Ve yine çirkinliğin yüzünü bilen kimileri vardır ki, giysi onu gözlerinden gizleyemez...

Usta bir ressamın öğrencisi eğitimini tamamlamış. Büyük usta, öğrencisini uğurlamış. Çırağına ” Yaptığın son resmi, şehrin en kalabalık meydanına koyar mısın?” demiş.

” Resmin yanına bir de kırmızı kalem bırak. İnsanlara, resmin beğenmedikleri yerlerine bir çarpı koymalarını rica eden bir yazı iliştirmeyi de unutma” diye ilave etmiş.

Öğrenci, birkaç gün sonra resme bakmaya gitmiş. Resmin çarpılar içinde olduğunu görmüş. Üzüntüyle ustasının yanına dönmüş. Usta ressam, üzülmeden yeniden resme devam etmesini tavsiye etmiş.

Öğrenci resmi yeniden yapmış.Usta, yine resmi şehrin en kalabalık meydanına bırakmasını istemiş.

Fakat bu kez yanına bir palet dolusu çeşitli renklerde boya ile birkaç fırça koymasını söylemiş.

Yanına da, insanlardan beğenmedikleri yerleri düzeltmesini rica eden bir yazı bırakmasını önermiş. Öğrenci denileni yapmış. Birkaç gün sonra bakmış ki, resmine hiç dokunulmamış. Sevinçle ustasına koşmuş.

Usta ressam şöyle demiş:

“İlkinde, insanlara fırsat verildiğinde ne kadar acımasız bir eleştiri sağanağı ile karşılaşılabileceğini gördün. Hayatında resim yapmamış insanlar dahi gelip senin resmini karaladı.

İkincisinde, onlardan müspet, yapıcı, olumlu olmalarını istedin. Yapıcı olmak eğitim gerektirir. Hiç kimse bilmediği bir konuyu düzeltmeye cesaret edemedi.”

– Emeğinin karşılığını, ne yaptığını bilmeyen insanlardan alamazsın.
– Değer bilmeyenlere sakın emeğini sunma.
– Asla bilmeyenle tartışma.

Okusaydım Zangoç Olurdum.!





Öncelikle zangoç kiliselerde bulunan ve vakti geldiğinde çanları çalan kişiye denir.

Hikayemizdeki zangoç da Londra'nın en büyük Kilisesi'nde çalışan ve kimi kimsesi olmayan birisi.

Doğduğu gün kilisenin kapısına bırakılan bu kişi, merhametli rahipler tarafından yetiştirilmiş ve o da kiliseyi evi bilip, birkaç personel gibi orada karın tokluğuna çalışmaya ve kalmaya başlamış. 

Pek zeki ve kafası çalışan biri olmadığı için de başka bir iş yapmamış yıllarca. Bizim zangoç orta yaşının sonlarına geldiğinde, kendisinden epey yaşlı olan ve hamisi olan baş rahip ölmüş.

Yeni gelen genç baş rahip, personelin hepsini ilk günden tanışma bahanesi ile tek sıra dizmiş karşısına ve hepsine bazı sorular sormuş.

Sıra bizim zangoça geldiğinde ise ona hangi gazeteleri okuduğunu sormuş. Bizimki: "hiçbirini" demiş. "ben okuma yazma bilmem!"

Dehşete düşmüş genç baş rahip. "Hangi devirde yaşıyoruz, Londra'nın en önemli ve büyük Kilisesi'nde zangoç olarak çalışıyorsun ve okuman bile yok"

Bizimki ise başına geleceklerden habersiz;"Hiç ihtiyacım olmadı okumaya, sadece çanları çalarım ben, işimin okumakla ilgili bir tarafı yok efendim" demiş.

Genç baş rahip bu cevaba da bozulmuş ve bizim zangoça okumayı öğrenmesi için üç ay izin vermiş.

Canı sıkkın biçimde kiliseden çıkan ve sokaklarda amaçsızca dolaşmaya başlayan zangoç, bir müddet sonra bir sigara yakmak istemiş ama üzerinde paket olmadığını farketmiş ve sigara satan bir yer aramış gözleri.

Uzunca bir caddede olduğunu farketmiş önce. Fakat bu büyük, işlek caddede hiç sigara satan bir yer yokmuş. Emin olmak için birkaç kere turlamış caddeyi, bulamamış...

Hemen kiliseye dönmüş, varı yoğu ne varsa yanına almış, arkadaşlarından da bir miktar borç alarak, hayatının akışını değiştirecek işe yönelmiş ve hemen uygun bir dükkan açmış.

Bir süre sonra tek dükkanla yetinmeyip şehirdeki diğer uzun caddelerde de sigara, tütün, puro ve ufak tefek ihtiyaç malzemesi satan dükkanlar açmaya başlamış bizim zangoç, iyi de para kazanıyormuş.

Kazandıklarını ise her haftanın son iş günü dükkanlarından toparlayarak bir bankaya yatırıyormuş.

İlerleyen zamanlarda banka müdürünün dikkatini çekmiş bizim zangoçun hesabı. Her hafta artıyormuş, hiç hesaptan para çıkışı da olmuyormuş üstelik!

"Bu hesabın sahibi adamı bana getirin" diye talimat vermiş memurlarına. Bir cuma akşamı, haftanın son dakikalarında müdüre haber vermiş memurları, geldi diye.

Hemen yanına buyur etmiş, yüklü paraya sahip bu adamı. Yalnız bir tuhaflık varmış adamda, çok çekingenmiş...

Banka müdürü, adamın hesabının dikkatini çektiğini ve bu meblağda bir hesapla istediği gibi faize yatırım yapabileceğini veya yatırım amaçlı bankanın kendisini vekil tayin edebileceğini uzun uzun anlatmış ve konu ile ilgili bir broşür vermiş.

Bizimki broşürü evirip çevirmiş ve bıkkınlıkla müdüre hiç bir şekilde parasına birşey yapmak istemediğini söylemiş.

Müdür sinirlenmeden, sakin bir biçimde bizimkinin işini öğrenmiş ve bayağı sohbet etmişler. En sonunda da ticari deha olarak gördüğü bu adamın parasını niye değerlendirmediğini  öğrenmek istemiş.

Bizimki utana sıkıla durumunu müdüre söylemiş: "Ben okuma yazma bilmiyorum,  yanlış anlamayın ama okuyamadığım bir evraka da parmak basmak istemem!"

Müdür bu durum karşısında hayretten ağzı bir karış açık sormuş : "Okuyamadığınız halde bu kadar para kazanıyorsunuz, bir de okumanız olsaydı acaba ne olurdunuz?"

Bizimki gayet sakin cevaplamış: "Londra'nın en büyük Kilisesi'nde zangoç olurdum müdür bey!"